Avrupa'nın en istikrarlı hocaları...

Avrupa'da en uzun süre bir takımın başında kalan hocaların listesi (Halen faal olarak çalışanların)... Ülkemizden kimsenin olmaması pek de şaşırtıcı değil. Sadece bize özgü bir sorun değil aslında ''istikrar'' ama bizde hiç mi hiç önemsenmiyor. Listede takdir edilecek örnekler var aslında. 

Sir Alex Ferguson 1986 - Manchester United

Listenin en başındaki isim Manchester United’la özdeşleşmiş Alex Ferguson. Bu istikrarı yakalamak kolay olmadı tabi. Bakınca kupalar dolup taşıyor ancak gözden kaçmasın ki ilk 6 yıl şampiyonluk yok. İlk sezon gelen bir 11.’lik, 3 sezonda bir 13.’lük ve ilk şampiyonluk 1992-1993 sezonunda.
Sonrası da malum, durduralamayan zaferlerle dolu geçen yıllar…

12 Premier Lig şampiyonluğu, 5 FA Cup, 4 Lig Kupası, 10 Community Shield, 2 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Süper Kupa, 1 Intercontinental Kupası, 1 FIFA Kulüpler Dünya Kupası

...................................................................................................

Arsene Wenger 1996 - Arsenal

Sadece 3 kez ligde gelen şampiyonluk ve kaybedilmiş sayısız final. Geçen 16 yıla rağmen Wenger yola devam ediyor.

3 Premier Lig şampiyonluğu, 4 FA Cup, 4 Community Shield

...................................................................................................

Thomas Schaaf 1999 - W.Bremen

Werder Bremen’in önceki hocasını hatırlamak zor. Bremen, Bremen olduğundan beri Thomas Schaaf
vardı.  11 yıl sonra Bremen’e 4. kez Bundesliga zaferi yaşatan çalıştırıcı son yıllarda zorlansa da Bremen onu bırakmıyor.

3 Almanya Kupası, 1 Bundesliga şampiyonluğu, 1 Almanya Lig Kupası

...................................................................................................



Kurban Berdyev 2001 - R.Kazan

R.Kazan’ı bugünkü haline getiren isim kuşkusuz Berdyev. Elinde tesbihi ile bildiğimiz çalıştırıcı R.Kazan’ı Rusya 1. Ligi’nden alıp,Premier Lig’de şampiyonluğa kadar taşıdı.

1 Rusya 1. Lig şampiyonluğu, 1 Rusya Premier Lig şampiyonluğu, 1 Rusya Kupası, 2 Rusya Süper Kupası

...................................................................................................

David Moyes 2002 - Everton

Alex Ferguson’dan sonra Ada’nın en istikrarlı hocası. Kupalarla dolu bir kulüp yaratmasa da takdiri hak ediyorlar.
2009 FA Cup 2.’liği, 3 kez Yılın menajeri ödülü

...................................................................................................



Christian Gourcuff 2003 - Lorient

200 bin nüfuslu küçük şehrin, mütevazi takımı. 2. Ligden sonra son yılları sıkıntılı da geçse 5 sezondur Fransa 1. Ligi’nde mücadele ediyorlar.
2006 Fransa 2. Lig şampiyonluğu, 2009-2010 Fransa 1. Ligi’nde 7.'lik

...................................................................................................


Pekka Lyyski 2003 - Mariehamn

Takımı çalıştırmaya başladığı ilk sezonda Finlandiya 3. Ligi’nden (Kakkonen) play-off sonrası 2. Lig’e (Ykkönen) çıkardı.
2004 yılında 2. Ligden (Ykkönen) 1. Lig’e (Veikkausliiga) çıkardı.
Mariehamn son 8 sezondur Veikkausliiga’da yer alıyor.

...................................................................................................


Nanne Bergstrand 2003 - Kalmar

Kalmar’a Allsvenskan’daki tek şampiyonluğu yaşatan, Elm kardeşleri ve Ari’yi Avrupa futboluna tanıtan Nanne Bergstrand İsveç 1. Ligi’ndeki en eski hocalardan.

2007 İsveç Kupası, 2008 İsveç 1. Ligi (Allsvenskan) şampiyonluğu, 2009 İsveç Süper Kupası

...................................................................................................



Franz Lederer 2004 - Mattersburg

Avusturya 1. Ligi’nde 8 sezondur mücadele eden mütevazi bir takım yarattı Lederer. Sıkça düşme korkusu yaşasalar da bugüne kadar hep atlatmayı başardılar. Hatta bu sıkıntılı günlerde 2 kez de UEFA Kupası’na katılmayı başardılar.

2006-2007 ve 2007-2008 sezonlarında UEFA Kupası’na katılım, 2006-2007 Ligde 3.’lük

...................................................................................................


Mircea Lucescu 2004 - S.Donetsk

Lucescu’yu fazla anlatmaya gerek yok. Ukrayna’da tutulmaz bir takım yarattı. İmkanları da çok iyi olunca zaferlerini Avrupa’ya da taşıdı.
6 Ukrayna 1. Lig şampiyonluğu, 4 Ukrayna Kupası, 4 Ukrayna Süper Kupası, 1 UEFA Kupası

...................................................................................................


József Garami 2004 - MTK Budapeşte

Garami, Macar futbolunda eski hakimiyetleri olmasa da 2004’ten bu yana MTK’nın başında bulunuyor.
1 Macaristan 1. Ligi şampiyonluğu, 1 Macaristan Süper Kupası

...................................................................................................


John Leonard Still 2004 - Dagenham

Mütevazi Londra takımı Dagenham ve 2004’ten bu yana takımın başında bulunan Still. 1992 yılında kurulan bir kulüp için çok iyi yerdeler. Still’in de bunda katkısı büyük. Büyük sıçramayı onunla yaptılar ve yollarına da onunla devam ediyorlar.

2006-2007 İngiltere Konferans Ligi şampiyonluğu
2009-2010 İngiltere 2. Lig play-off şampiyonlu olarak İngiltere 1. Ligi’ne yükseldiler. 2010-2011 yılında 1. Lig’de 21. oldular ve yeniden 2. Lig’e düştüler.

...................................................................................................

Claudio Foscarini 2005 - Cittadella

2007-2008 sezonunda play-off’lar sonrası Serie B’ye yükseldiler.
2009-2010 sezonunda Serie B’de 6.lık

...................................................................................................



Miron Markevich 2005 - M.Kharkiv

6 sezon Ukrayna 1.Ligi'nde 3. olma başarısı

...................................................................................................

Per Olsson 2005 - Gefle


2006 İsveç Kupası 2.liği
2006-2007 ve 2010-2011 sezonlarında UEFA Avrupa Ligi ön eleme oynama başarısı

...................................................................................................





Mika Lehkosuo 2005 - Honka

Oyuncu olarak HJK Helsinki efsanesi olan isimlerden Lehkosuo, HJK Helsinki genç takımından sonra, Honka’ya geldi ve Honka’nın müzesindeki tüm kupaları getiren isim olmayı başardı.

2005 yılında Finlandiya 2. Ligi (Ykkönen) şampiyonluğu, 2008 ve 2009 yıllarında Finlandiya 1. Ligi’nde (Veikkausliiga) 2.lik, 2012 Finlandiya Kupası, 2010 ve 2011 Finlandiya Lig Kupası

...................................................................................................



Tony Pulis 2006 - Stoke City

Farklı dönemlerde geçirilen 2 Stoke City macerası. Sonuncusunda Championship’ten yeniden Premier Lig’e yükseliş hikayesi ve bir de FA Cup zaferi var.

2007-2008 Championship’te play-off’lar sonrası Premier Lig’e yükseldi.
2010-2011 FA Cup şampiyonluğu

...................................................................................................

Asle Andersen 2006 - Sandnes

2007’de Norveç 1. Ligi’ne (Adeccoligaen) yükseldi. 2008’de yeniden 2. Lige düşen takım 2011’de bir kez daha Norveç 1. Ligi’ne yükseldi.


*** Liste İngiltere Premier Ligi, Championship, İngiltere 1. Ligi, İngiltere 2. Ligi, Almanya Bundesliga 1 ve 2, Fransa 1. Ligi ve 2. Ligi, Belçika 1. ve 2. Ligi, Hollanda 1. ve 2. Ligi, İspanya La Liga, İtalya Serie A ve Serie B, Macaristan Super Ligi, Yunanistan Super Ligi, Rusya Premier Ligi, Türkiye Süper Ligi, Bulgaristan 1. Ligi, Çek 1. Ligi, Avusturya Bundesliga 1, İsviçre 1. Ligi, İskoçya Premier Ligi, Norveç 1. Ligi, İsveç 1.Ligi, Finlandiya 1. Ligi, Portekiz 1. Ligi, Danimarka 1. Ligi, Romanya 1. Ligi, Hırvatistan 1. Ligi, Isrbistan 1. Ligi, Polonya 1. Ligi'ne göre hazırlanmıştır...

Yaşam boyu futboldan men...

2 Haziran 2007 tarihinde ''2008 Avrupa Şampiyonası'' grup eleme maçlarında Norveç'in Malta'yı 4-0 yendiği karşılaşmada şike yaptığı gerekçesiyle Maltalı orta saha oyuncusu Kevin Sammut'a UEFA Disiplin Komitesi Ağustos 2012'de 10 yıl futbol sahalarından men cezası vermişti. Aynı karşılaşmada adı geçen diğer isimlere ise yeterli delil olmadığından bir ceza verilmemişti.

Kevin Sammut ve Malta Futbol Federasyonu aksi görüş bildirse de UEFA'nın tutumu bu konuda değişmedi. Değişmediği gibi örnek teşkil etmesi açısından UEFA cezayı daha da ağırlaştırdı. 

Karşılaşma sonucunu manipüle etme nedeniyle UEFA'nın Kevin Sammut hakkındaki yeni kararı ''yaşam boyu futbol faaliyetlerinden men'' oldu. Diğer adı geçen oyuncular Kenneth Scicluna ve Stephen Wellman için yeni bir karar açıklanmadı. Sammut veya Malta Futbol Federasyonu'nun Spor Tahkim Mahkemesi'ne 10 gün içinde itiraz hakkı bulunuyor.

İstikrar abidesi, bkz: David Moyes...

  
 Aslında Merseyside'ın ve Liverpool'un öz evledı ancak büyük bir kesime göre hiçbir zaman ailenin gözdesi olmayı başaramamış bir takım... Her zaman küçük kardeşin gölgesinde. Liverpool hep daha iyidir, hep daha iyi transferler yapar ve en iyi başarıları onlar kazanır. Öyle de olmuştur aslında. Everton her zaman için geri plandadır. Daha az kupaları, daha az yerel ve uluslararası başarıları ve kesinlikle daha az paraları var. 

Ancak son yıllarda rakiplerinden çok daha üstün oldukları bir alan var artık, o da teknik patronları, David Moyes... Liverpool son 10 senede 5. hocasıyla yola devam ederken Everton'ın başında bu sürede hep David Moyes vardı...  

Ailenin geri planda kalan çocuğunu son 10 senede en üst düzey ligde başarıyla idare eden Moyes aslında istikrar kelimesinin direk karşılığı olabilir. 

14 senelik antrenörlük kariyerinde Everton 2. takımı. 35 yaşında göreve geldiği Preston North End ligde 27 maçta sadece 32 puan toplayabilmiş, düşmeme mücadelesi veriyordu. Onun göreve gelişiyle kalan 19 maçta 27 puan topladılar ve ligde kalmayı başardılar. 


Böylece Moyes ilk hocalık deneyiminde başarıya ulaşmış sayılırdı ancak bu daha başlangıçtı. İkinci sezonda Preston zirveye göz kırptı, ligi 5. sırada tamamladı ancak Play-Off'larda üst lige çıkmayı başaramadılar. Yeni sezon, istikrarlı hocanın istikrarlı kadrosuyla çok daha farklı oldu ve bu kez lider olarak üst lige yükseldi Preston. 1. Lig'de de başarılı bir sezon geçiren Moyes ve Preston, yine Play-Off'lara kalma başarısını gösterdi ancak bu kez üst lige çıkamadılar. Aslında Play-Off'larda elenmek Moyes için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu.

Walter Smith'in görevine son veren Everton, gözlerini Preston'daki başarısıyla dikkatleri üzerine çeken Moyes'e çevirmişti. Kulübün şuanda olduğu gibi o dönemki patronu Bill Kenwright'ın bizzat devreye girmesi ve Preston başkanı Derek Shaw'un da onayıyla Moyes'le görüşmeler başlandı... Ve sonuç olarak 14 Mart 2002'de Moyes Everton'ın yeni patronu oldu.

İmkanların da çok iyi olmaması nedeniyle o dönem Everton'daki ilk hedef ligde kalmaktı ve kalan 9 haftada işler pek de kolay olacağa benzemiyordu. Herşeye rağmen Moyes'in ekibi topladığı 13 puanla ligde kalmayı başardı. Kariyeri zor şartlarda başlamıştı ve o bu şartlara alışık bir hocaydı. Everton'daki ilk yıllarında da bu zorlukları yaşadı. 

Richard Wright ve Yobo ile kadroyu güçlendirdi ve kendisinin kurduğu kadroyla ilk yılını geçirdiği Everton ile ligi 7. sırada tamamlayarak çok önemli bir işe imza attı. Önemli bir başarıydı çünkü Everton son 6 yıldır 13. sıranın üzerinde ligi tamamlayamamıştı. Bu başarıya ulaşırken de, o dönem henüz 17 yaşında olan Rooney gibi bir isme şans vererek her hocanın cesaret edemeyeceği bir iş yapmıştı. Şimdi iyi ki bu cesareti göstermiş diyoruz...

Moyes ve Everton - büyük başarının altında ezilmek de diyebiliriz, baskıyı kaldıramama da diyebiliriz, adı her neyse - bir yıl sonra ligde kalmayı zor da olsa başarabildi. Ancak Maviler ondan yine vazgeçmedi ve belki de şuanki duruma gelmelerinde en önemli virajdı o sene.

Devam eden yıllarda Everton daha istikrarlı bir şekilde yoluna devam etti. Artık Avrupa kupaları için mücadele eder bir duruma gelmişlerdi. Şampiyonlar Ligi'nde 4. tura, UEFA Kupası'nda 2. tura yükselme başarıları elde edildi. Takip eden yıllarda 2009'da FA Cup finali ve Chelsea'ye kaybedilen bir kupa. Ayrıca Everton, Moyes'in göreve gelmesinin ardından Premier Lig'de Manchester United, Chelsea, Arsenal, Liverpool ve Tottenham'dan sonra en fazla toplayan takım oldu.  

Gelinen noktada artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var, o da, David Moyes ve onun yarattığı Everton. Belki gözde çocuk kadar kupaları ve paraları yok ancak bu ikili en az Liverpool kadar saygıyı hak ediyor.

Moyes kulübü sadece sportif başarıya da taşımadı. Genç isimleri dünya futboluna kazandırdığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Henüz 17 yaşındayken sahaya sürdüğü Rooney (Man Utd) ve Jack Rodwell (Man City), 20'sinde şans verdiği McFadden (Sunderland), yine 17 yaşında şans verdiği ve halen takımda yer alan Victor Anichebe bu isimlerden en göze çarpanları. Mikel Arteta, Tim Cahill gibi isimleri de unutmamak lazım...

Kulüp ve oyuncularına kazandırdığı başarıların yanı sıra kendi adına da önemli işlere imza attı başarılı çalıştırıcı. Alex Ferguson'la birlikte 3 kez ''Yılın En İyi Menajeri'' ödülünü kazandı ki Ferguson ve Moyes dışında bu ödülü 3 kez alan yok. 9 kez de ''Ayın Menajeri'' ödülünü alma başarısı gösteren Moyes, şuanda Alex Ferguson ve Arsene Wenger ile birlikte İngiltere'de en uzun süre takım çalıştıranlar listesindeki 3. isim. Ferguson Man Utd'la 26, Wenger Arsenal'la 16 yılı geride bırakırken, Moyes Everton'ın başında 10. yılını devirdi.

Aslında nice 10 yılları da devirebileceğine inanıyorum ancak büyük takımlar onun peşini bırakmayacaktır. Alex Ferguson'dan boşalacak koltuğa oturmayı şuanda hak eden isimlerin en başında geliyor David Moyes. Ama nerede olursa olsun kesin olan birşey var ki o da yıllar sonra bile adından başarıyla söz edilecek... 

Bu yazı ağır derecede ''fanatizm'' içerir...

Başka ne haftalar öncesinden heyecanlandırabilir ki bizi ya da başka ne günlerce suratımız asık gezmeye itebilir bizi... Sadece tuttuğumuz takımın oynadığı bir 90 dakika değil elbet... Bunu sadece 90 dakika gibi görüp, öyle yaşamayanlardan olmanın ayrıcalığını bilmek, hissetmek farklıdır. 


Bunu bir hayat gibi yaşamaktır aslında makbul olan. Beş gün sonra oynanacak bir maçı her gece yastığa başımızı koyduğumuzda düşünmeye başladığımızda, içimizdeki birşeyleri kıpırdanmaya başlatandır bu sevginin özeti. Sadece geceleri de değil... Bazen iş yerinde, ofiste, kimi zaman dersin en önemli noktasında, arkadaş sohbetinde, otobüste otururken gördüğün trafik ışıklarında, bazen nice hatılarına ev sahipliği yapmış şimdilerde bomboş olan bir arsada, bazen de sokak tabelalarında yakalar bu his bizi. Alır götürür o anla ilgisi olmayan bir yerlere ve yüzümüzü bir tebessüm kaplar, kimse anlamasa da hepimizin aklından aynı şey geçer. Hatıralarımız, anılarımız, yaşadıklarımız, tepkilerimiz farklı da olsa 'özne'miz aynı, GALATASARAY...

Bunun içindir ki gecenin 3'ünde uykunuzun en bastırdığı anda aynı duyguları paylaşan insanlarla ''Unutulmaz Maçlar''ı açıp izlemek garip gelmez bize. Ya da çoğunda hiçbir sonuca varılmasa da saatlerce transfer edilecek oyuncu için konuşmak sıkmaz bizi. Amaç Galatasarayımız ise kim saatlerini vermekten şikayet edebilir ki...


Bu sevgi, zaferlerle, şampiyonluklarla, kazanılan puanlarla orantılı da değil... Kazanıp mutlu olmak elbette güzel olan ama bir de gerçekler var. Pascal Boniface'ın çok net bir şekilde özetlediği gibi: ''Ne yazık ki fanatik olmak çoğu zaman acıya ya da düş kırıklığına mahkum olmaktır.'' Yani bu dünya o kadar da toz pembe değil ya da bazıları gibi pembe gözlüklerle bakamıyoruz. Klasik olacak ama doğru ''Biz sevinmek için sevmedik.'' Kaybettiğinde sadece kaybetmiş mi oluyorsun, ''kaybettik'' deyip geçebiliyor musun yani? İçinde birşeyler sızlamıyor mu, üzülmüyor musun, suratın asılmıyor mu, keyfin kaçmıyor mu, hiçbir şey olmamış gibi mi davranıyorsun? Bunların hiçbiri olmuyorsa nasıl bir bağlılıktan söz edebiliriz ki, ya da nasıl bir sevgidir ki bu, ne kadar inandırıcı olabilir ki...

Sevgimiz azalmaz, bitmez ama elbet haddimizi aştığımız dönemler de olur. Zaman olur kızarır, bağırırız, çağırırız, küseriz, kırılırız, küfrederiz.... Aslında bunların hepsini içimizdeki bağlılıktan, sevgiden yaptığımızı anlayamaz herkes. Belki de ''bunlar da taraftar mı'' derler arkamızdan... Aslında bu, ''o'' durumu kendimize, takımımıza, Galatasarayımıza yakıştıramadığımızdan ortaya çıkar ve asla aslolan hisleri değiştirmeye yetmez... Hem kaybedilen bir maçtan sonra ufacık bir üzüntü hissetmeden televizonunu kapayan, stattan ayrılan, ve hatta stada yılda bir kere bile gelmeyen biri bunları söylemekte nasıl hak bulur kendinde?


Evet, kimileri bizi sığ, basit, kültürsüz insanlar olarak adlandırır. Hatta ''holigan'' yakıştırması bile yapan vardır. Ki ''holiganizm'' ile ''fanatizm'' arasındaki basit farkı bilmeyecek kadar bilgilidir bu insanlar! Bize ne derlerse desinler, bizim için tek gerçek var, o da ''Galatasaray''... İmparatorun dediği gibi ''Aslolan Galatasaray'dır.'' Bunu bilip, bunla yaşamaktır güzel olan...

Futbol kitaplarından alıntılar...

''Ne yazık ki fanatik olmak çoğu zaman acıya ya da düş kırıklığına mahkum olmaktır.''

''Bir şampanya şişesinin ağzı nasıl kapatılır bilmiyorsanız, İtalyanlara sorun bunu!''

''Bir oyuncu almanın en kötü zamanı, yaz aylarında büyük bir turnuvada parlak bir performans gösterdiği dönemdir. Bir adamın son dönemdeki performansından aşırı derecede etkilenme eğilimi: Son yaptıkları bundan sonra yapacaklarıyla aynı değildir, ifadesine uymaktadır.''

''Gerçekten de dünyanın futboldan kazandığı, futbol endüstrisinin futboldan kazandığından fazladır.''

''1994 yazında bir Haitili, “Hangisi daha önemli: Brezilya’nın kazanması mı, yoksa ABD işgali mi?” diye soran Amerikalı gazeteciye şu cevabı vermişti:“Biz her gün açız. Bir yığın sorunumuz var. Amerikalılar her gün ülkemizi işgal edeceklerini söylüyorlar. Ama Dünya Kupası dört yılda bir düzenleniyor.

 
''İşinizi değiştirebilirsiniz, eşinizi değiştirebilirsiniz ama tuttuğunuz takımı değiştiremezsiniz... Ülkenin diğer bir ucuna taşınabilirsiniz ama takımınıza duyduğunuz bağlılığı asla kaybetmezsiniz.''  

''Genel anlamda entellektüeller spor dünyasına, sporculara acımışlardır. Fiziksel çabaları küçümserler genellikle. Peki spor yapmak için ellerini bile kullanmayanlara nasıl saygı duyulabilir? Bunlara göre futbolcular aptaldır, taraftarlar dar kafalılardan ya da alkoliklerden oluşan bir sürüdür. Entellektüellerin spor meraklılarını küçümsemelerinde bedensel zevklerden, fiziksel çabalardan korkma: bu zevkler ve özellile ortaklaşa yaşandığında denetimden çıkabilen tüm tutkular karşısında bir sıkılganlık vardır. Burada gizli bir kıskançlık da yok mudur: Sporcular nasıl onlardan daha ünlü olabilir ve daha fazla kazanabilir?''

''Her kurtarış öncesinde bir şeylerin yanlış gittiği anlamına geliyordu.''

''Cannavaro, mükemmel maçın 0-0 biten maç olduğuna, çünkü hiç hata yapılmadığına inanan İtalyan ekolüne bağlıdır.''

''Onun dehası, rakibin kusurlarını bulup kullanmakta yatıyor. Kendisinin de dediği gibi: 'Sizin Ferrari'niz varsa, benim de küçük bir arabam varsa, yarışta sizi yenmek için tekerinizi patlatmalı ya da benzin deponuza şeker koymalıyım.''' - Jose Mourinho için....

''Zidane kötü bir pas atan futbolcuya asla ters bakışlar atmaz. Sadece adı Zidane olduğu için top kazanma çalışmalarını savsaklamaz. Hatta tam tersine yapar.''

''Kulüpler daha revaçta olan futbol ülkelerinden gelen oyunculara daha fazla para öderler. Amerikalı kaleci Kasey Keller, transfer piyasasında Hollandalı olmanın büyük bir avantaj olduğunu söyle. ''Giovanni van Bronchorst en iyi örnek. Rangers'tan Arsenal'e gitti. Orada başarısız oldu. Peki, sonra nereye gitt? Barcelona'ya ! Bunu yapabilmek için bir Hollandalı olmanız gerek. Bir Amerikalı o durumda doğruca DC United'a geri dönerdi.''

''Futbol asla sadece futbol değildir. Savaşlar çıkmasına ve devrimler yapılmasına neden olur, mafyayı ve diktatörleri adeta büyüler.''

''En iyi sporcular en hızlı zihinsel tepkilere sahip olanlardır ve bu tepkiler uygun bir biçimde eğitilirse daha yüksek kalibreli bir idrak kabiliyeti doğurur.''

''Futbol küreselleşmenin son evresidir. Günümüzde futboldan daha küresel bir olgu yoktur. İmparatorluğu ne sınır tanır ne engel. Dahası, popüler olan, halka mal olmuş tek imparatorluktur...''

'' ''Karşılığı İngiltere'yi yenmek olacaksa Faroe Adaları'na neden yenilmeyelim'' der bir İskoçyalı.''


''Maç 90 dakikalık zaman diliminde, bir ömür boyu hissedilebilecek bütün heyecanı hissettirir: neşe, acı, nefret, sıkıntı, hayranlık, adaletsizlik duygusu...''  

''Sonuç önceden bilinecekse, maçı kimin kazanacağını öğrenmek için karşılıklı oynayan takımların bilançolarına bakmak yeterli olacaksa futbol aynı heyecanı verir mi? Halk her zaman aynı tutkuyla bağlanabillir mi futbola?''

''15 Eylül 2008'de, yatırım bankası Lehman Brothers çöktü. Hemen arkasından da dünya borsası. Yeryüzündeki herhangi bir futbol kulübü, Lehman'ın yanında minicik bir işletme olarak kalır. Eylül 2007'de, bankanın geliri 59 milyar dolar (Man Utd'ın o dönemki gelirinin148 katı) karı ise 6 milyar dolardı (Man Utd'ın karının 50 katı). Borsadaki değeri 34 milyar dolardı. Eğer United'ın hisseleri hala borsada işlem görseydi, muhtemelen Lehman'ın %5'i bile etmezdi. Artık Lehman yok oldu ama Man Utd halen varlığını sürdürüyor.''

''İyi penaltı kullanmanın özü, tahmin edilemezliktir...''

''Nottingham, Glasgow, Dortmund, Birmingham ya da Rotterdam gibi taşra şehirleri Avrupa'nın bir numaralı kupasını kazandılar. Ama Avrupa'nın en büyük yedi metropolü - İstanbul, Paris, Moskova, Londra, St.Petersburg, Berlin ve Atina - kazanamadı.''

''Bugün, her yirmi üç Norveçli kadından birisi, lisanslı bir futbolcudur ki bu da dünyadaki bütün ülkeler içindeki en yüksek orandır.''

:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Alıntı yapılan kitaplar:

Futbol Asla Sadece Futbol Değildir - Simon Kuper

Futbol ve Küreselleşme - Pascal Boniface

Futbol Adamları - Simon Kuper

Futbolun Şifreleri - Simon Kuper, Stefan Szymanski

Ve tanrı Zlatan'ı yarattı!


Futbolla ilgili bilmediğimiz ve o yapmadan önce varlığından bile haberdar olmadığımız için asla öğrenemeyeceğimiz türden hareketlerine ve gollerine bir yenisi daha ekleyen Zlatan'a teşekkür etmemiz gerekiyor...


Galatasaray'ın olduğu her yerde umut vardır

Bekle Avrupa, daha son sözümüzü söylemedik.
Galatasaraylı olmak demek, hiç ölmeyecek bir ruha, hiç sönmeyecek bir ışığa sahip olmak demek... 

Çakma forma yakışmıyor...


Birkaç haftadır acaba bir değişiklik olur mu diye merak ettiğim bir konu... Belki daha önce de böyleydi ama artık bu kadar övdüğümüz, milyonlar harcadığımız Süper Lig'de olmaması gerektiğini düşündüğüm bir olay...

Hep bir ağızdan karaborsa bilete, ürüne hayır diyoruz. Biz taraftarlar da artık daha bilinçli davranıyoruz bu konuda ve daha çok özen gösteriyoruz. Kulüplerimizin kendi mağazalarından alışveriş yapıp kulübe destek vermek artık herkesin aklına daha çok yatıyor.

Fakat bu özeni aynı şekilde federasyondan da bekliyoruz. Bunun sorumlusu federasyondur diye düşünüyorum sonuçta. Bu dediğim olay da, takımlar sahaya çıkarken ve seramoni esnasında yanlarında minik gençler duruyor. Bu gençlerin üzerinde Süper Lig'de forma giyen takımların formaları gibi birşey bulunuyor. Forma gibi diyorum çünkü takımın renklerinde olan ve logosunu taşıyan t-shirtten farksız bunlar. Resmi ürünler değil  yani. O kadar bu konu üzerinde mücadele ederken, taraftarı orjinal ürün almaya davet ederken, federasyon 22 tane genci giydirecek ufak boyda takımların orjinal formasını bulamıyor mu acaba. Federasyon diyorum çünkü bunda kulüplerin her hangi bir etkilerinin olduğunu düşünmüyorum.

Kötü görüntü ve kötü örnek olmaktan başka hiçbir işe yaramadığını düşünüyorum... Bu iş zaman zaman Premier Lig'de de yapılıyor ancak orada çocukların üzerinde çakma forma gibi bir saçmalık yok.

Umarım yapacaksak doğru düzgününü yaparız ya da bu çocukları çakma formalarla seramoniye çıkarmayız bir daha...

Allsvenskan'da şampiyon Elfsborg...

Allsvenskan'da mutlu son Elfsborg'un... 5 sezonluk aranın ardından Elfsborg yine Allsvenskan'ı lider tamamlayarak şampiyonluğa ulaştı. Son maçlarında evlerinde Atvidaberg'le berabere kalmalarına rağmen ezeli rakipleri AIK'nın Malmö önünde 2-0 galibiyeti Boras ekibini şampiyonluğa 6. kez ulaştırdı.

İsveç Allsvenskan'da ve diğer alt liglerde hatta bunu İskandinav ligleri için söyleyebiliriz, başarı genelde çok gol üzerine kurulu. Futbolları savunma ağırlıklı oynanmıyor ve gol için oynayan ve bunu becerebilen ekipler yarışta iyi yerlerde kendilerini konumlandırıyor. Son şampiyon için de aynı şey geçerli. Sezona kadroda büyük değişikliklere gitmeden, tecrübeli çalıştırıcı Jörgen Lennartsson'la başlayan Elfsborg'da şampiyonluğun en önemli mimarlarının başında hücum bölgesinin 3 ismi, 6 yıldır bu takımda olan Stefan Ishizaki, Lasse Nilsson ve Niklas Hult geliyor. Kritik bir dönemde Avrupa Ligi'nden de elenince tüm dikkatini lige çeviren ''Sarılar'' özellikle iç sahadaki başarılı performansının neticesinde ligi zirvede tamamladı. Ayrıca bu başarıya kadrolarında sadece 3 yabancı oyuncu bulundurarak ulaştıklarını da belirtelim.

Şampiyon kadar övgüyü hak eden bir diğer takım da son haftaya kadar şampiyonluğu kovalayan ve bu sezon Allsvenskan'da ikinci olarak en büyük başarısını gösteren Hacken oldu. Göteborg şehrinin 3 büyükleri IFK Göteborg, GAIS ve Örgryte'den sonra anılan Hacken, Peter Gerhardsson'un göreve gelişiyle daha çok hücum futbolu oynamaya başladı. Geçen sezon ligin en çok gol atan 3 takımından biriyken, bu sezon gol konusunda 67 golle zirvedeler. Şampiyon Elfsborg'un 48, Hacken'e golcülükte en yakın takımın 52 golle Helsingborgs olduğunu düşünürsek gol konusunda ne kadar başarılı olduklarını daha iyi anlarız. Ayrıca geçen yılki gibi yine gol kralını kendileri çıkarmayı başardı. 1999 yılında Gana'da Manchester United scoutlarından Tom Vernon tarafından kurulan ''Right to Dream Academy''de keşfedilen ve 2009 yılında Hacken'e gelen Abdul Majeed Waris 23 golle gol krallığında zirveye oturdu. Zaten bu sezon dikkatleri üzerine çeken Waris'in yeni takımı da şimdiden belli oldu. Para konusunda bonkör olan ve oyuncu almada her türlü riske giren Rus ekiplerinden Spartak Moskova Ocak ayı itibariyle onu kadrosuna dahil ediyor.
...............................................................................

Sezonun hayal kırıklıklarından da biraz bahsedelim. Burada yine karşımıza Göteborg çıkıyor. Son 3 sezonda ligde ilk 3'e dahi giremediler. Yine ligi orta sıralarda tamamlayabildiler. Ayrıca son şampiyon Helsingborg da geçen yıla göre 13 puan daha az topladı ve ligi 6. bitirebildi.
...............................................................................

Bireysel olarak öne çıkanlara bakalım biraz da...

En başta az önce Hacken'den bahsederken de belirttiğim gibi gol kralı Abdul Majeed Waris. Zaten dikkatleri çok erken çekti ve Ocak'tan itibaren onu Emenike ile aynı takımda izleyebiliriz. Henüz yaşı 21, hızı en önemli özelliklerinin başında geliyor. Hacken'de takımın oyun yapısı nedeniyle de onu daha çok savunma arkasına koşu yapıp attığı gollerle gördük. Ama Rusya'da üzerine birşeyler daha koyup çok daha iyi yerlerde karşımıza çıkabilir.

Geçen yıl da dikkatleri üzerine çeken, İsveç genç takımlarında da kaptanlık yapmış Malmö orta sahasının önemli isimlerinden Jiloan Hamad da 6 gol, 9 asistlik performansıyla öne çıkmayı başardı. Onun performansı yine Malmö'yü şampiyonluğa taşımaya yetmedi ancak artık onun da adı Avrupa'da sıkça geçiyor.

Kalmar forması giyen Malker Hallberg 13 Nisan'da Malmö karşısında sahaya çıktığında henüz 16 yaşındaydı. Böylece bu sezon oynayan en genç isim olan Malker bu sezon toplam 10 lig maçında görev aldı ve 1 de şampiyon Elfsborg'a karşı sojn dakikada galibiyeti getiren golü atma başarısı gösterdi.

Bu sezon akıllarda kalan önemli olaylardan biri, 30 Temmuz'da Malmö-Djurgarden arasındaki derbide çıkan olaylar oldu. Malmö'nün sahasındaki karşılaşmada ev sahibinden gelen erken gol, misafir takım taraftarlarında pek de hoş karşılanmadı. Sahaya yabancı maddelerin atılmasıyla hakem Martin Hansson maçı tatil etmişti. 26 Ekim'e ertelenen maçı Malmö 3-1 kazandı.
...............................................................................

Ve son olarak da kaybedenler... Orebro ve GAİS son 2 sırayı paylaşarak Superettan'a düştü. Son küme düşen takım ise Sundsvall ile Halmstads arasında oynanacak Play-Out maçıyla belirlenecek.

Babanlar küme düştü...


Futbol, güzel oyun...

İsveç Superettan'da son hafta maçları oynandı ve Trelleborg sahasında Degerfors'a 2-0 kaybedince bir alt lige düştü. Karşılaşmadan sonra Trelleborg savunmasının tecrübeli isimlerinden Dennis Melander'in üzüntüsünü, eşi ve çoçuğu paylaşmak için sahaya girmiş.

Altyapı sorunu - Hatayı kendimizde aramak...

Futbolumuzda en çok eleştirdiğimiz konuların başında alt yapıdan oyuncu yetişmemesi geliyor. Elbette bunun birçok faktörü var. Alt yapılara gereken önemin verilmemesi, alt yapılarda gerekli eğitimlerin gösterilmemesi, yetersiz koşullar... Liste uzadıkça uzar. Peki bizim gençlerimizin hiç mi kabahati yok. O yaşta bu başarıyı gösterip kendilerini mental olarak geliştirememeleri, becerilerine, oyun bilgilerine birşey katamamalarında, hiç mi kendilerinin şuçu yok. Bence en az diğer etkenler kadar oyuncularımız da hatalı bu konuda. 

Baktığımızda, yakın zamanda uluslararası alanda gençler şampiyonlarının büyük kısmında yer de buluyoruz kendimize. Ancak bir türlü istikrarlı isimlerle devam edemiyoruz yola. 

Yakın tarihin en önemli başarılarından birini 2005 yılında Peru'da düzenlenen 17 yaş altı Dünya Şampiyonası'nda gerçekleştirdi genç milli takımımız. Yarı finale kadar çıkmayı başaran genç milliler Brezilya'ya son dakika golüyle kaybedip, 3.lük maçına çıkmaya hak kazandılar. Bu maçta da Hollanda'ya yenilmekten kurtulamayıp turnuvayı 4. sırada tamamladılar.

Turnuvada bizim adımıza Nuri Şahin'in en iyi 3. oyuncu seçilmesi, yine Nuri Şahin'in ve Tevfik Köse'nin en çok gol atan 3 isim içinde yer alması önemliydi. Şampiyonada bu iki isim oldukça ön plana çıktı. Bu kadrodan çok da umutluyduk aslında. Peki geçen 7 yıl boyunca bu kadroda yer alan isimler neler yaptı, bu kadrodan geriye ne kaldı? Geriye ne kaldığına bakarken bizim gençlerimizle aynı başarıyı gösteren Hollandalı gençlerin de neler yaptığına bakmak, en azından kıyaslamak ve fikir edinmek için daha iyi olacaktır.


İki takımın da genç, potansiyele sahip 20 oyuncusu vardı turnuva öncesi. Peki şampiyonadan sonraki bu süreçte bu isimler neler yaptı, nerelere transfer oldu, gelişim kaydedip futbol dünyasında nereye yerleşti?

İki ekibin de kadroları alttaki linklerde mevcut.
http://www.fifa.com/tournaments/archive/tournament=102/edition=9095/teams/team=1889693.html
http://www.fifa.com/tournaments/archive/tournament=102/edition=9095/teams/team=1889646.html

Milli takımımızda bu 20 kişilik kadrodan geriye aslında pek de birşey kalmadığını görüyoruz. Caner Erkin, Nuri Şahin, Aydın Yılmaz, Aykut Demir, Tevfik Köse, Murat Duruer ve biraz da Deniz Yılmaz dışında kalan isimler 2005 yılından sonraki kariyerlerini 2. ve 3. lig takımlarında bile fazla forma şansı bulamadan geçirmişler. En üst lig kategorisinde uzun süre top oynayan ilk 4 isim Caner, Nuri, Aydın ve Aykut. Aydın'ın ne kadar oynadığı da soru işareti benim için.

Volkan Babacan'ın istikrarlı bir şekilde geçirdiği tek sezon yok, Özgürcan Özcan Galatasaray'dayken birçok takıma kiralanıyor ancak beklenen performans buralarda ve sonrasında da gelmiyor, yine Galatasaray alt yapısında yetişen ve paf takımda kaptanlık yapan Erkan Ferin 2. Lig Beyaz Grup'taki Eyüpspor'da görev yapıyor, savunmada görev yapan Mehmet Yılmaz son 7 senede 7 farklı takımda forma giyiyor. Geriye kalan isimlerden Ferhat Bıkmaz, Serdar Keşçi, Harun Karadaş, Emre Balak, Anıl Taşdemir, Ergün Berisha, Cengiz Çoban, Eray Birnican'ın da kariyerlerinde kayda değer birşey bulunmuyor malesef.

...............................................................

Gelelim 3.lük maçında karşılaştığımız Hollanda'nın gençleri. Kısa kısa onların geçen sürede neler yaptığına bakalım.

Kaleci Tim Krul'dan başlayalım... Kiralık Carlisle ve Falkirk dönemlerinden sonra son 3 sezondur Premier Lig ekiplerinden Newcastle United'ın kalesinde görev yapıyor.

Erik Pieters bu sezon sakatlığı nedeniyle oynayamasa da son 7 yılını Hollanda'nın en üst liginde istikrarlı bir şekilde geçirdi. 5 sezondur da PSV forması giyiyor.

Savunmada görev yapan Tom Hiariej, Groningen'de forma giyiyor. Son 6 sezonda Groningen formasıyla ligde 100 maçın üzerinde görev yaptı.

Yine savunma oyuncularından Dirk Marcellis son 6 sezondur Hollanda 1. Ligi'nde düzenli forma giyiyor. Son 3 sezonunu AZ Alkmaar'da geçiren Marcelis'in bu forma altında bir de lig şampiyonluğu bulunuyor.

Jordy Buijs de De Graafschap ve Nac Breda formalarıyla 3 sezondur en üst ligde forma giymeye devam ediyor.

Ruud Vormer en çok gelişim kaydeden isimlerin başında geliyor. Şampiyonadan sonraki 2 sezon fazla forma şansı bulamasa da (ki bu sezonlarda 17 yaşının altındaydı zaten) 6 sezondur istikrarlı bir şekilde Eredivisie'de Roda ve son olarak da Feyenoord formasıyla görev yapıyor.

Orta sahanın ortasında görev yapan Vurnon Anita 2012-2013 sezonunda 8.5 milyon euro karşılığında Newcastle'a transfer oldu. Ondan önceki 4 sezonda da Ajax formasını düzenli bir şekilde giyiyordu. Anita'nın genç kariyerinde Ajax ile kazanılmış 2 lig, 3 de Hollanda Kupası şampiyonluğu bulunuyor.

Kendinden çok şey beklenen, Sparta Rotterdam alt yapısında yetişen Marvin Emnes, 6 sezondur şuanda Championship'te yer alan Middlesbrough'da. Özellikle son 2 yıldır takımının en büyük silahlarından. Middlesbrough, Emmen için 4 yıl önce 4 milyon euro bonservis bedeli ödemişti.

Bu isimler ilk göze batanlar. Kalanlardan Arie van der Heijden (Vitesse), Mitchell Schet (Groningen), John Goossens (Feyenoord) de Hollanda 1. Ligi'nde forma giymeye devam ediyorlar.


...............................................................

Tabi bu kadrodaki tüm isimlerin çıkıp dünya yıldızı olmasını, Avrupa'nın ve ülkenin en iyi takımlarında top koşturmasını beklemiyoruz ama en azından biraz daha farklı bir tablo olmalıydı. Hollanda'daki isimler de dünya yıldızı olmadı ama neredeyse o kadronun tamamı bulunduğu ülkenin en iyi liginde düzenli şekilde forma buluyor. Biz de ise durum malesef çok farklı. O noktalardan gelip 2. ve 3. ligde bile doğru düzgün oynamayan, sürekli takım değiştiren birçok isim var ne yazık ki.

Belki bizim de genç oyunculara bakış açımız, onlara tanıdığımız fırsatın da bu isimlerin sönüp gitmesinde etkisi vardır ama en azından biraz olsun iğneyi de kendimize batırmayı bilelim. Dünya Şampiyonası'nda 4. lük yaşamış 20 isimden geriye kalanlar hiç de iç açıcı değil. Umalım ki gelen yeni gençler kendilerini kafa olarak biraz daha iyi hazırlarlar, biraz daha özen gösterip çalışırlar da sönüp gitmezler. Tabi kulüp ve milli takım bazında alt yapılardan sorumlu kişilerin üzerlerine düşen görevleri daha iyi yapmasını da bekliyoruz her zaman olduğu gibi.


...............................................................

Bir dönem Beşiktaş'ı da çalıştıran Tigana o günlerde FourFourTwo'ya verdiği bir röportaj der ki ''Büyük ve iyi bir oyuncuyu diğerlerinden ayıran tek fark tekrardır. Büyük oyuncu yapabildiği hareketleri bile, onlarca, yüzlerce defa tekrar eder. Her gün... Her gün... Her gün... Yüksek seviyeye gelmek isteyen oyuncu böyle çalışır. Antrenmana gelip laf olsun diye çalışan, sağla solla konuşan, konsantre olmayan oyuncular asla üst düzey futbolcu olamaz...''

Tigana aslında biraz da bizi anlatmış malesef...

Irkçılığa karşı, ''FARE Action Weeks''


Ülkemizde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı çok şükür ki bir sorun oluşturmasa da Avrupa adına çok önemli ve zaman zaman çok büyük sıkıntılar yaratan bir konu olmaya devam ediyor.

Sırbistan'da, Sırbistan U21-İngiltere U21 arasında oynanan mücadelede yaşanan olayların ardından ırkçılık konusu yeniden alevlendi.


UEFA'nın da bu konuya karşı tavrı çok açık ve net. Avrupa'da birçok kurum ve oluşum da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerine faaliyetler sürdürüyor. 

1999'da kurulan FARE (Football Against Racism in Europe) de bu oluşumlardan biri. En başta FIFA ve UEFA'nın da desteğini alan bu oluşum, 23-24-25 ekimde oynanacak Avrupa kupası maçlarında ''anti-racism'' konusuna vurgu yapmaya hazırlanıyor. Bir nevi ''anti-racism'' haftası, FARE'in daha önceki yıllarda verdiği isimle ''eylem haftası'' olacak. Salı, çarşamba ve perşembe oynanacak maçlarda futbolcular yanlarında ''Unite Against Racism'' yazan t-shirtler giyen çocuklarla sahaya çıkacak, kaptanların da kol bantları aynı şekilde olacak.


Sorun sadece hocada mı?...

Sorun sadece hocada değil tabii ki, olmamalı da. En kısa özetiyle sorun bizim özümüzde aslında... 

Sorun çalışmayan, idmanı laylaylaom yapan, kornerde  topu 2 metre havalandıramayan ve bunu düzeltmek için ekstra bir çaba sarf etmeyen oyuncularda, böyle çalışma yaptıran hocalarda, Gökhan Zan gibi boydan, Sabri gibi hızdan oluşan adamları öne çıkarıp, alt yapılarda parlatanlarda, sorun ''kadın futboldan ne anlar'' diyen insanlarda ve bu insanlara kulüp emanet edenlerde, sorun 2 maç kaybedince ortalığı birbirine katan bizde, sorun son 10 yılda Avrupa futbolunda doğru düzgün barınabilmiş sadece 4 - 5 futbolcu yetiştirebilenlerde, sorun 5 youtube videosuyla transfer yapanlarda..... 

Sorunumuz çok aslında ve bu sorunlar hoca değiştirmekle bitecek şeyler değil...

Öğrenilmiş çaresizlik... Türkiye 0 - 1 Romanya


Yine bize hüsran... Aslında çok da umutluyduk yine her zamanki gibi. Ve tabi yine her zamanki gibi olmadı. O kadar eksi yanımız var ki yazdıkça birşeyler çıkıyor.

İlk olarak neden hala 4-5-1 ya da bunun türevi olan 4-2-3-1 oynamakta ısrar ediyoruz bunu anlalak zor. Yani Avrupa'nın en iyi takımlarından biriyiz diyoruz ancak halen kendi sahamızda vasat bir takım olan Romanya önünde bile tek forvetle sahaya çıkıyoruz. Tek forvet oynayabilecek bir oyuncu grubuna sahip olsak anlaşılabilir bir durum olacak ancak ben elimizdeki kadrounun özellikle de sistemin hücum bölgesi için uygun olduğunu düşünmüyorum. Estonya, Macaristan hatta Romanya gibi takımları böyle de yenersek sürpriz olmaz ama bu elimizdeki potansiyeli köreltmekten başka bir işe yaramıyor şu anda. Bu sistemde gol arayacak forvet dışındaki isimler daha farklı özelliklere sahip olmalılar. Biz 4-2-3-1 oynuyoruz ama sağ ileride gol arayan oyuncumuz Hamit Altıntop. Hamit iyi bir oyuncu olabilir ancak her yerde oynayabilecek kapasiteye ve bilgiye sahip olduğunu düşünmüyorum. Orta sahanın kenarlarındaki isimler bu sistemde hücumda içeri kat edemedikten, gol arayamadıktan, pozisyona giremedikten sonra tüm yükü forvette bekleyen oyuncu çekiyor ki ondan da şapkadan tavşan çıkarmasını beklemek, en azından her maç için düşünürsek haksızlık olacaktır.

Diğer bir konu orta sahamızdaki gariplikler. Evet Mehmet Topal becerikli bir isim ama oyunun sadece savunma yönünde var oldukça ne kendine bir faydası var ne de oynadığı takımlara. Her oyuncu becerikli olup, çalıp atıp, adam eksiltecek diye birşey yok ama biraz daha top bizdeyken olumlu oynaması gerekiyor artık. Olumludan kastım da bir anda hücum ederken karşısında bir adam görüp topa basıp geri ya da yana dönmesi değil tabi. Ya da Mehmet Topal kapanan, iyi basan Romanya orta sahası karşısında etkisiz kalıyorsa, oyunun iki yönünü daha dengeli oynayan biri girmeli. İlla bir oyuncu değişikliği için ilk yarınnı bitmesi gerekmiyor sonuçta. Dün Emre Belözoğlu olmasaydı özellikle ilk yarıda (tabi Selçuk'un da kadroda olmayışını göz önüne alarak konuşuyoruz) Topal'ın yanında muhtemelen Nuri oynayacaktı ki o zaman çok daha vahim bir durum ortaya çıkcaktı. Kendisiyle ilgili çok sevimli şeyler düşünmesem de keşke Emre gibi bir ya da birkaç oyuncumuz daha olsa. Orta sahada tüm hücumu başlatma görevi Emre'ye kalıyor. Doğal olarak rakip de buna engel olunca hücuma çıkmakta çok zorlanıyoruz. Burada hücum yönü biraz daha kuvvetli bir partnere sahip olsa hem Emre hem de milli takımımız rahatlayacak. Oyunu ileriye taşıyacak alternatif bir ismimiz malesef yok.



Bir eksiğimiz de takımın saha içinde ben bir lideri olduğuna inanmıyorum. Liderden kasıt oyuna saha içnde müdahale edecek bir isim. Teknik patron kenardan taktikleri verir evet ama bazen de oyuncuların insiyatif alması gerekir. 1,83'lük Chiriches, 1,94'lük Goian ve 1,88'lik Tamas'ın yer aldığı savunmaya açtığımız ortanın haddi hesabı yok. Romanya aslında 3 ağır ve uzun boylu isimle sahaya çıkarak daha baştan belli etti çok ileriye de çıkma niyeti olmadığını. Biz de onlara yardım etmek için çizgiye inip orta açma sevdasıyla oynadık. 4-2-3-1'i biraz orta kafa gol oynamaya benzetiyoruz galiba.

Romanya'dan da biraz bahsetmek lazım. İyi çalışıp gelmişler. İyi bastılar, fizik olarak da bizden daha iyi olduklarını gördük. Özellikle orta sahada oyun kurmamıza izin vermeyip, hızlı hücumlarla gol aradılar. Golü de Volkan'ın da büyük katkısıyla böyle buldular ve puanlarını 9'a çıkardılar.

2014 şansımız bitmese de çok çok azaldı diyebiliriz. Önümüzde Macaristan ve Andorra deplasmanları var. Ardından kendi sahamızda yeniden Macaristan'la karşılaıyoruz. Bu 3 karşılaşmada 9 puan yapamazsak ben 2014'te yer alabileceğimizi düşünmüyorum. Tabi Romanya'nın da Hollanda önünde sürpriz yapmamasını ummaktan başka elden birşey gelmiyor.

Yılmaz Vural, 26 sene, 22 takım, 20 şehir

 

Yılmaz Vural Türkiye turlarına devam ediyor. Kariyeri boyunca Türkiye'de en çok takım değiştiren hocaların başında geliyor. Bu kez durak Sanica Boru Elazığspor. Geçen 26 senede, 27 farklı dönem, 22 takım ve 20 şehir. Yeni takımında da hayırlısı olsun diyelim...

C.Palace kızlarından ''Gangnam Style''

İngiltere futbolunda yer alan ekipler içinde en popüler ponpon kızlara sahip takım tartışmasız Crystal Palace. Daha önce de son dönemin popüler şarkılarından ''Call me maybe'' ye klip çekmişlerdi. Bu kez karşımıza Koreli PSY'nin ''Gangnam Style'' şarkısıyla çıkıyorlar... Her zamanki gibi yine dikkat çekmeyi de şimdiden başardılar.